29 Mart 2010 Pazartesi

taking woodstock


dün istanbul'a dönen abimden birkaç albüm ve film almamdan mütevellit, hemen yeni malları inceleyeyim dedim. ilk önce bitch slap adlı absürd filme göz attım. 3 çift memeden oluşan bir b film. bütün filmi izlemem yarım saat sürdü. "hayır, film ihtiyacımı gidermem gerek" diyerek hemen "taking woodstock" adlı filme sarıldım.

öncelikle ang lee'den söz edersek: kendisinin sadece 2 filmini izledim ve başarılı buldum. bu filmde de dönemi gayet iyi yansıtmış. bol bol müzik ve lsd ile geçen şamatalı bir dönemi gayet sakin bir gözle tasvir ettiği, hatta festivali, yapıldığı cansız ve sıkıcı kasabanın gözünden anlattığı söylenebilir. getirilebilecek en büyük eleştiri ise, sen tarihin en müthiş konserlerinden birini -bir şekilde- anlatan bir film yapıyorsun, ancak filme hiçbir şekilde konser görüntüleri veya konserden müzikler koymuyorsun. uzaktan gelen bir canlı müzik sesi duyuluyor sadece.

oyunculara bakacak olursak, bir çok tanıdık sima ile karşı karşıya kaldım. başrol oyuncusu "elliot" rolüyle demetri martin. youtube'daki bir adamın "en sevdiğim 10 komedyen" vidyosunda vardı bu adam. bir şovunu izlemiştim, bir stand up'tan ziyade bir seminer veriyor, şovunun sonlarında gitarıyla sakin bir melodi çalarak tek cümlelik espriler patlatıyor (orası güzeldi). oyunculuk namına pek bir şey göstermiyor arkadaş, zaten tip olarak da bir yahudiden ziyade bir hintli adamı anımsattı bana nedense.

paragöz anne rolünde imelda staunton var. beşinci harry potter filminde dolores umbridge'i oynayan bu hatun "nefret edilen bir karakteri oynayan oyuncu, başarılı bir oyuncudur" fikrimi doğrularcasına yine sevilmeyen bir karakteri oynuyor ve yine benden artı puan alıyor. sevilmeyen karakter demişken, "there will be blood" filminin gıcık rahibi rolündeki paul dano, sevgilisiyle beraber vosvosun içinde takılan hippi rolünde.

onun dışında travesti vilma'yı da oynayan adam dahil birçok tanıdık sima var ve hepsi başarıyla rollerini oynamışlar. ama filmle ilgili hayal kırıklığı zaten oyunculuktan değil, anlatış tarzının o dönemin capcanlılığına ayak uyduramamasından kaynaklanıyor. yani millet almost famous, across the universe tarzı birşey beklemiş, dolayısıyla herkesi memnun edebilen tek sahne "lsd sahnesi" olmuş.

sonuç olarak ang lee, kendi tarzını bilenlere başarılı bir film sunuyor. "misafir umduğunu değil bulduğunu yer" diyorum ve (biraz da o dönemlerin hastası olmam nedeniyle) bu filme artı puan veriyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder