24 Şubat 2010 Çarşamba

ektüelentel


valla yazma fikri o kadar ani geldi ki oyunu bıraktım (ki düşün diablo 2 oynuyordum, o kadar güçlü bir fikir) ve hemen blogumu açtım.

öncelikle şunu belirtmeliyim ki, kitap okumuyorum. belirli bir nedenden değil, zamanım olmuyor diyeceğim ama "diablo 2 oynayacağına git kitap oku gerzek" diyerek kendi kendimi kolayca çürütebilirim. tabii ki eksikliğini gayet hissediyorum. hele ihsan oktay anar gibi bir insan hocam olunca insan biraz daha utanıyor. fakat hepinizi kızdıracak olsa da şöyle bir şey söylemek istiyorum ki türk entelektüel dünyasında kitap, bir nevi kriter durumuna gelmiş bulunmakta. daha doğrusu kitap okuyan bazı insanlarda "kitabın tartışmasız, mutlak bir zeka ölçütü" olduğu düşüncesi var. yani bir şeyi iki eline alıp saatlerini vermenin seni diğer insanlardan özel yaptığı sanrısı. kitap çok eski ve etkili bir araçtır ama bu onun yanlış ellerde hiçbir işe yaramadığını ya da yozlaştırmadığını göstermez.

kısaca şöyle öztleyeyim: edebiyata, ait olduğu yedi sanat türünün bir parçası olarak davranıyorum. kitaplar diğer 6 sanat türüne aşkın şeyler değildir. iyi bir müzik albümü, iyi bir film, bir romana eşdeğerdir. neyse, konuşmak istediğim konu bu değildi zaten. hatta niye bu konuyu açtım bilnmiyorum. of

asıl konu, türkiye'de entelektüelliğin ölümü. evet, kitap okuyunca kıçlarını şişiren insanların ağzına bir parmak bal çalalım: okumaya devam etmeniz lazım. çünkü türkiye, entelektüelin "ağzına sıçıyor". kendimi bildim bileli bu tutum var. hatta yılmaz erdoğan'da çok görüyorum bu tutumu, nedense. bir demet tiyatro'da da vardı, şimdi altyapıdan yetiştirdiği bkm mutfağında da var. (bu yılmaz erdoğan örneğimi başka bir kaydımda da kullanabilirim.)

ilk önce "entelektüel olamamış kompleksli adam" tanımıyla entel kavramı yaratılıp, sonra bu kavram tamamen entelektüel'in yerine geçiyor ve entelektüele bir saygı kalmıyor. hepsi gözünde gözlük ve eline piposuyla resmediliyor, eninde sonunda "köylüye" bir şekilde yeniliyor. şarkılarda dalga geçiliyor, dizilerde dalga geçiliyor, ağzı açıldığında lafı kesiliyor, bilgi birikimi "artizlik yaptığı" gerekçesiyle hor görülüyor. ne bok yenildiğinin farkına varıldığında ise "napalım türküz biz, böyleyiz, sıcak insanlarız." deniliyor. ama bu gerizekalılığı geri alamıyor malesef. bunun türk ile, anadolulu olmak ile alakası yok. yoksa adalet ağaoğlu'na, nazım hikmet'e, farabi'ye, mevlana'ya hakaret etmiş olursunuz.

tabii onlar (artık genel olarak aydınlardan bahsediyorum) da übermensch değil, kripton'dan gelmediler, senin benim gibi insanlar. zaafları var, doğruları var, yanlışları var. adam 3 cümleyle hayatını tepetaklak edebilir ama sonra 3 şişe şarap içip etrafına kusar falan. onlarla %100 aynı görüşe sahip olmak zorunda da değilsin, hayat deneyimlerin seni başka bir yere yöneltmiştir, an be an değişen hayat onların söylediklerini yetersiz kılmaya başlamıştır. ama onlara laf atacaksanız bu yüzden atın. kitap okumanın ve düşünmenin "ibnece" ya da"banal" olduğunu düşündüğünden değil.

hadi sana görev: hayatının bir yılı boyunca sus. oku. sadece dinle. doğayı dinle. insanları dinle. böylece ağzını açtığında dinlemeye değer bir şeyler çıkabilir.

1 yorum:

  1. İzmir'e geldiğimde dikkatimi çekmedi değil, kitapçıların boyutları küçülmüş! İçeri giriyorsun iki adım atıyorsun öteki kapıdan çıkıp gitmek zorunda kalıyorsun sonra. Bu kadar mı tepkili insanlar kitaplara, okumaya falan ulen? Dükkan kiraları çok yüksek bahanesini de artık yemiyorum.

    YanıtlaSil