21 Mayıs 2010 Cuma

it might get loud



ronnie james dio'nun ölümünden sonra ekşi sözlük'te gezerken sonidotres adlı yazarın şu yürek burkan entry'sine rastladım:

"babalardan birini daha uğurluyoruz son yolculuğuna... çok üzgünüm sözlük. hem dio öldü diye hem de bizim çocuklarımızın hali ne olacak diye. bizim nesil yine de şanslıydı, babalardan çoğu hayattaydı, hem kendi çabamızla hem de abilerimizden ablalarımızdan öğrendik müziği. ama bundan 10 yıl bilemedin 20 içinde babaları kaybedicez birer birer. zaman ilerledikçe onları tanıyan kalmayacak bile belki. müzik ölecek. ölecek diye çok korkuyorum sözlük."

düşünüyorum, paul ve ringo öldükten sonra ne olacak? james hetfield ölürse, maynard yaşama gözlerini yumarsa neler olacak? hele onları geçtim, kalbimin dayanamayacağını bildiğim üç kişi daha var, ve bu gezegeni yaşanılır kılmaya devam ediyorlar: robert plant, john paul jones ve jimmy page.

heycon bacon sayesinde izleme şansına eriştim: it might get loud. üç farklı kuşağın gitaristi bir araya gelip kariyerlerini, gitarlarını ve kendilerine özgü seslerini anlatıyorlar. üçü de kocaman bir hangarda onlarca gitarla beraber oturup konuşsalar da film daha çok gitaristlerin geçmişlerine ve çeşitli kayıtlı görüntülere dayanıyor.

genç kuşağın temsilcisi jack white, teknolojiye karşı mesafesi, köklerine olan bağlılığı ve yeteneğiyle beğenimi kazandı. gitar çalmayı hiç istemiyorken, 10 kardeşten biri olarak yaşam kavgasında kullanacağı silah olarak müziği seçiyor, enstrüman çalmanın utanç verici sayıldığı bir mahallede gitarı eline alıp ruhunu dışarıya akıtıyor.

bono'dan sonra u2'ya karşı bir antipati besliyordum, the edge ile olumsuz duyguların çoğunu attım. efendi bir adam, kendisine saygı duydum. adam o dönemin tom morello'su gibi bir şey, gitarın önemini kaybedeceğini zannettiği bir dönemde makinalar ile kendine yeni bir yol çizip kendisinden sonra gelen bir sürü gitariste de yeni bir dünyanın kapısını açıyor.

jimmy page... ah jimmy page.. diğer iki gitariste oranla pek falza gözükmüyor filmde. tabi bu filmin yapımcılarından biri olması nedeniyle diğerlerine daha fazla zamanı kendisinin tanımasıyla açıklanabilir. masalcı bir dede gibi, usul usul anlatıyor hikayesini, sürekli gülümsüyor. seneler öncesinin taş plaklarını arşivinden çıkartıp hepsine ezbere eşlik ediyor. fakat olay jimmy eline gitarı alınca kopuyor. sırf bu sahneler kesilip ayrı film yapılsa 24 saat izlerim. bir "whole lotta love" sahnesi var ki gözlerim doldu, buraya videosunu koymak isterdim ama spoiler olsun istemem, "battle of evermore" çalarken tüylerim diken diken oldu, "ramble on" çalarken kendimden geçtim.

bu filmi izlerken neden gitarist olduğumu ve neden kendimi kariyer olarak bunu seçtiğimi hatırladım. siz de benim gibi düşünüyorsanız, müzisyenseniz, her şeyden öte, müziği seviyorsanız, lütfen bu filmi izleyin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder