9 Ocak 2011 Pazar

anlamsız kısa hikaye denemeleri volume 2: o beş dakika



bu hikayeleri sosyomat dönemimde yazdığımı eklemeliyim:


"
"aha gördüm işte" dedi. alaycı bir ses tonuyla ekledi: "partinin en güzel kızı!"

kafamı çevirip arkadaşımın gösterdiği yere baktım ve kızı gördüm. internette baktığım fotoğrafları kadar güzeldi gerçekten de. hatta daha güzeldi. daha da güzel. daha da güzel. ona baktığım her saniye güzelliği artıyordu.

kız geleli herhalde 10-15 dakika olmuştu, kendi arkadaş grubunun yanına gitmiş, hafif bir gülümseme ile bir şeyler anlatıyordu. gözlerine bakıyordum, berlirli bir ifade vardı. arkadaşlarım beni daha önce onun hakkında uyarmışlardı. onu gören her erkeğin ona sulandığını, dolayısıyla burnunun biraz havada olduğunu, "sokakta insanlar nikimi bağırınca kaçacak yer arıyorum" havasında dolaştığını söylemişlerdi. kızın deviantart sayfasında okuduklarıma bakılırsa katılmamak elde değildi, ama onun güzelliğine hayran kalmamak da.

kızın etrafındakilere baktım. hepsi neredeyse internet ve televizyon dünyasında popülerleşmiş insanlardan oluşuyordu: " cool insanların grubu "... oraya daha fazla garson gidecek, orada biranın dışında daha alengirli içkiler içilecek, patlamış mısır dışında daha alengirli mezeler tüketilecekti.

o masaya gitmedim. gidemezdim. niyetim de yoktu zaten. aşk masalı değil bu arkadaşım.

az sonra, bulunduğumuz mekanın sahnesine kuzenimin grubu çıktı ve çalmaya başladılar. arkadaşlarımla beraber piste çıkıp deliler gibi tepindik, o masadan bu masaya gidip muhabbet ettik, içtik, güldük eğlendik. bugün her zamaki buluşmalardan farklı bir buluşmaydı. büyük ihtimal sabahın ilk ışıklarına kadar sürecekti.

saat 3'ü bulmuştu. grup çoktan sahneyi terk etmiş, ama bilgisayardan seçmece şarkılarla eğlence devam ediyordu. arkadaşlarımla beraber bir duvara yaslanmış, bira içmeye devam ediyorduk ki yanımızdan o kız geçti.
("o kız" demeyelim artık, bir isim verelim... kimseyi gücendirmemek [ya da umut vermemek] adına yabancı bir isim verelim: " liz ")

bütün gece boyunca ordan oraya koşuşturan liz'i gözümün ucuyla takip ediyordum. arkadaşıma tekrar dönüp muhabbete odaklanacakken bir ses duyduk: -selam!

liz'e döndük. bana bakıyordu. içkiyi biraz fazla kaçırdığı belli oluyordu: ayakta hafifçe sallanıyordu ve kusursuz olan saçları hafifçe dağılmıştı. selamına karşılık veremeden tekrar konuştu: "pardon, dans edebilir miyiz?"

kilitlenip kaldım. allahtan cevabı kolay olan bir soru sordu, yoksa 45 dakika düşünüp ondan sonra da saçma bişey söyleyebilirdim.

-peki? diyebildim sonra, sorgularmışçasına bir ses tonuyla. arkadaşıma elimdeki bira bardağını verirken liz elimden tutup beni piste çekiyordu. "çok kötüyüm ya, bir dansa ihtiyacım var" diyordu. "eh aferin" dedim kendi kendime. "üstüme kusarsın ondan sonra... ne biçim insa--"

düşüncemi tamamlayamadan beni çekiştirmeyi aniden durdurup bana döndü ve kollarını boynuma doladı. hızımı alamadan ona hafifçe tosladım ve dans etmeye başladık.

o beş dakikada dünyanın en mutlu insanı bendim. dünyanın en zengin adamı bendim. o beş dakikada dünyadaki tüm silahlar yokedilmişti. o beş dakikada aids'in çaresi bulunmuştu. o beş dakikada küresel ısınma diye bir şey kalmamıştı.

ama bizler insanız. ve zaman akıp gider. şarkı bittiğinde kafasını omzumdan ve ellerini sırtımdan çekti. "teşekkür ederim" dedi usulca.

-rica ederim, diye hafifçe gülümseyerek karşılık verdim. aramızdaki diyaloğun bu kadarla kalacağına üzülürken bir arkadaşı "liz!" diye bağırarak beni doğrularcasına kızı o yöne yöneltti. gözlerimi kapatarak derin bir iç çektikten sonra tekrar arkadaşlarımın yanına gittim.

"lanet olsun!" dedim kendi kendime. kollarını bedenime doladığı o 5 büyülü dakika geçince acı gerçek yüzüme çarpmıştı. "yine yaptım işte, salak."

sorun kızla daha fazla konuşmamam, ona açılmamam değildi. zaten ayık da olsa sarhoş da, benimle konuşacağını zannetmiyorum. sorun yine kendimi kullandırmamdı. yine tanımadığım birisinin merdiven basamağı, gözyaşı mendili olmuştum. tanıdığım insanlar olduğu sürece sorun yoktu, o zaman bir dost, hatta bir öğretmen olurdum, ama böyle olunca kendimi kullanılmış hissediyorum. zaten bu gecenin hemen arkasından "acaba benden hoşlanıyor muydu? onunla konuşsamıydım?" paranoyaları başlayacak ve ben platonikçe sevecek, sevişecek, kavga edicek, barışacak ve ayrılacaktım. kendimi çok aptal hissediyordum.

bulunduğumuz mekanın ortasında bir evin salonu büyüklüğünde bir bahçe vardı. üstü açıktı ve sigara dumanı ve gürültüden kaçmak için güzel bir yerdi. arkadaşlarım ile bir saat daha konuştuktan sonra kendimi buraya attım. ne süprizdi ki etrafta tenhalıktan yararlanıp çılgınca öpüşen sevgililer yoktu. bir banka oturdum ve kafamı kaldırarak gökyüzünü seyeredaldım.

birkaç dakika sonra bahçeye bir adam daha geldi. kulağında o mıknatıslı küpelerden vardı. sarı bir t-shirt ve beyaz bir pantalon giyiyordu. kirli bir sakalı vardı.

- selamın aleyküm kardeşim, dedi.
+ merhaba.
- isim nedir?
+ john.
- john.. daha demin seninle dans eden kız vardı ya?

"allah kahretsin" dedim kendi kendime. erkek arkadaşı. ne büyük süpriz. sanılanın aksine, sorun erkek arkadaşı olması değildi. hiç şaşırmadım. " kadınların efendi adam yerine piç tercihi "...+ evet?
- dansı sen mi teklif ettin?
+ hayır kendisi bana geldi...

beni kolay lokma zannediyordu. cevabım "evet" olsaydı beni orda pataklayıp bırakacaktı ama heralde biraz uğraşması gerektiğini düşündü.
- ne dedi sana peki?
+ "pardon, dans edebilir miyiz" dedi.

filmlerdeki italyan mafya üyelerinin sessizce delirdikleri gibi ellerini kafasına götürdü, derin bir nefes alırken bir geri bir ileri gitti. ucuz bir taklide benziyordu.

- o kızla fazla yakınlaşma tamam mı, dedi. sesi nazik bir öneri yaptığını söylüyordu ama bunun tehdit anlamına geldiğini herkes bilirdi.
+ merak etme abicim gözüm yok sevgilinin üstünde, dedim

söylediğim ukalaca olmuş olacak ki biraz daha sinirlendi ama belli etmedi. birkaç saniye daha durduktan sonra "peki kardeşim. kendine iyi bak" dedi ve dizime dostça vurduktan sonra tekrar içerdeki kalabalığa yöneldi.

o son söylediğim belki yalandı ama liz'in beraber olduğu erkek tipini görünce umudumu kesmiştim. eğer bir mucize olup da sevgili olsaydık bile bir şey çıkmazdı o ilişkiden...

içeri girip arkadaşlarımla biraz daha takıldım. ortam biraz daha sakinleşmişti, insanlar ya kart oyunyorlar ya da koltuklara yayılmış muhabbet ediyorlardı. birkaç saat daha geçti ve akrep 7'yi buldu. gökyüzünün o grimsi maviliğini izlemekten hayır gelmezdi ama ben yine de bir kez daha kendimi dışarı attım. gece boyunca yaşadıklarımı uzun uzun düşünürken bahçeye liz geldi. elinde sigarası ve yüzünde mekana ilk girdiğinde gördüğüm o ifadesi vardı. "bu kadar ayık olduğuna göre kusmuştur" diye düşündüm.

bana bir saniyeliğine baktı ve sonra etrafta dolaşarak sigarasını içti. tekrar oturduğum bankın yanına geldi ve sigarasından bir nefes aldıktan sonra konuşmaya başladı:
- sen o gece dans ettiğim çocuksun değil mi?
+ evet, dedim yorgun bir sesle. (" çocuk "? evet mnkym zaten aramızda 3 yaş fark var iyice ez beni)
- hiçbir şey hatırlamıyorum ya, dedi hafiften gülerek.
+ yok bir sorun çıkmadı, ayrıca gayet güzel dansettin, dedim, gülümsemesine karşılık vererek. aslında biraz yalan söyledim, zira sarhoş olduğu için yarı dans ediyor, yarı üstüme yığılıyordu.


gülümsemesi biraz daha yayıldı. çok güzeldi. ukala ve sevimsiz bir diyalog beklerken konuştuklarımız bende acı-tatlı bir duygu bırakıyordu.

liz'i danstan sonra çağıran kız yine onun adını bağırdı. dışardan korna sesleri geliyordu ve içerde insanlar ayaklanmış, mekanı yavaş yavaş terkediyorlardı. içeriye doğru bakarken birden önümden liz geçti ve içeri girdi, hoşçakal bile demeden. bozulmadım, zaten hayatta benimle konuşmayacak bir insanla dans ettiğim için şükrediyor olmalıydım.

yarım saat sonra ben de kalktım ve arkadaşlarımla beraber mekanı terk ettikten sonra onlarla vedalaşıp evimin yolunu tuttum. öğlene kadar uyuyup isteksizce yataktan kalktım, bir elma ve kahveyle birlikte bilgisayarımın başına geçtim. sosyomat sayfamı açtığımda sağ üst köşede " onay bekleyen (1)" diye bir yazı parlıyordu.



27 eylül 2007"

4 yorum:

  1. sosyomat diye bişey vardı di mi ya...

    YanıtlaSil
  2. hala daha her gün girer ahkam yazarım.

    YanıtlaSil
  3. "ve ben platonikçe sevecek, sevişecek, kavga edicek, barışacak ve ayrılacaktım."

    beni uzun zamandır hiç bir metin bu kadar etkilememişti. Sanırım bunları senden duyduğum için.

    YanıtlaSil
  4. @mnaz

    daha sık konuşmalıyız beybi

    YanıtlaSil