17 Nisan 2011 Pazar

durdurun bu treni

yaşasın cağn meyır.

sabah yataktan kalktığım anda aklımdan "counting bodies like sheep..." geçiyordu. hemen feysbukta paylaşıverdim (bu cümleden ayrı bir sosyolojik yazı, ne bileyim bir nuri bilge ceylan filmi çekilebilir bence: "sabah uyanır uyanmaz feysbuk'a giren yabancılaşmış insanlar, yitik hayatlar ve kıl yün olan şeyler").

tayyibin planı istanbul'a iki yeni şehir yapmakmış. "seçim beyannamesi" diyor gazete. yani "beni seçerseniz bunu yapıcam" anlamına geliyor di mi? lakin seçim vaadinden ziyade "en az üç çocuk yapın" lafının bir uzantısı gibi duruyor, o kadar potasyumu eksik çocuğu nereye yerleştireceksin yani. 2023'te yapılacakmış bir de. sanki o zamana kadar iktidar kalacaklarmış, bütün seçimleri kazanacaklarmış gibi..

lan?


~0~

neyse, dediğim gibi, sabah uyandım ve içinden apc dinlemek geldi, bir iki şarkı dinledim, ve özgür düşünen bir birey olduğumu hatırladım.

uzun zaman sonra "sosyolojik" denilebilecek tespitler yaptım kafamdan. tabi bunlar yeni ve özgün tespitler değil, çoğu zaman okulda öğrendiklerimi unutmadığımı görüp seviniyorum:

din nasıl birey ile tanrı arasındaki bir "şey" ise, devlet de güçlü ve güçsüz arasındaki bir "şey"; güçlü ve güçsüz kavramı ise günümüzde "burjuva" ve "işçi" şeklinde isim değiştirmiş bulunuyor. burjuva istediği gücü (şiddeti) kullanıp işçiden hakkını alabiliyor, işçi karşılık vermek istediğinde devlet "a-aa çok ayıp olur mu hiç" diyerek önlerine ya yasa koyuyor ya da polis ve asker kullanarak düşene bir tekme daha vuruyor. siyasetçiler de işçiyi yumuşatıp, cem yılmaz'ın dediği gibi "bir sonraki yaşamda kralsın be abi" diyor, kral olması için ne yapmaları gerektiğini söylüyor, lakin söyledikleri yine güçlüye hizmet ediyor.

akp ya da chp olması farketmiyor işte. şu yazacaklarımı başka bir sefere saklayabilirdim gerçi, ama chp de muhafazakar bir parti, akp'den peki bir farkı yok. onlar da kemalizm (önce ne olur
şuna bi bakın) diye de idüğü belirsiz bir şeyi savunuyorlar. v for vendetta'dan arak olacak ama, halk devleti için değil, devlet halkı için çalışmalı. sonuçta, biz yaşadığımız toprak parçasında rastlantı olarak doğmuş insanlarız. bu ülkeyi seviyoruz dediğimizde "maliyeden sorumlu devlet bakanına bayılıyorum, şu adliye sarayına falan bitiyorum" demek istemiyoruz; ormanını, nehrini, güneşin tepeler ardından batışını ( telatabilere selam) seviyoruz. devlet dediğin hede de "abi sen yaşamana bak beni takma, ben ayak altında durmam" şeklinde olmalı.

ya da hiç olmamalı...

peki bunu anlayabilir misiniz?

...

öyle işte. lan bunları dümdüz yazmak yerine kitap ya da şarkı haline mi getirsem?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder